Mimari denince akla sadece tek bir proje gelmemeli. Her yapılan proje şehre yapılan bir dokunuştur. Bu dokunuşların etkileri tamamen mimarın elindedir. Bir proje yaptım bitti olmamalıdır hiçbir zaman. Proje arsada yükselen bir beton-çelik yığını değildir yani esasen. Şehir silüetine yapılan bir eklentidir. Şimdi şehir silüetine şehir silüetiyle eklenti yapan bir projeyi inceleyeceğim bilgim yettiğince. Başlıktan da anlaşıldığı gibi Emre Arolat’ın Kağıthane’deki Kağıthane Ofis Park projesine bakacağız.
İçerikte Neler Var ?
Kağıthane Ofispark – Emre Arolat – EAA
Proje, İstanbul Kağıthane’de 54.000 m2’lik bir alana yayılmış, proje süreci 2007-2012 arasında gerçekleşen bir kentsel ölçek projesidir. Kentsel ölçek projesi dedim, niye dedim ? Sorumun cevabını ileriki paragraflarda bulacağınıza eminim.
Projenin konumunu inceleyelim en başta: Kağıthane. Bizans Dönemine kadar derenin ismi ‘Barbisos’ tu. İstanbul’un fethi sırasında burada bir kağıt değirmeninin olduğu ve bu imalathanenin II. Bayezid dönemine kadar çalıştığı söyleniyor. Eğimli arazi yapısı, dereler ve vadilerden oluşan Kağıthane yerleşim alanı olarak kullanılmaktadır. Kağıthane son dönemde projeler ve dönüşümlerle ön plana çıkıyor. İncelediğim projede bunlardan biri, yeni nitelikler getirilmeye önem kazandırılmaya çalışılan Kağıthane’deki Kağıthane Ofispark, Kağıthane’nin kimliğine, görünümüne uygun bir biçimde tasarlanmaya çalışılmış.
Emre Arolat’ın sözleriyle devam ediyorum.
‘Bizim projemizin yapılaşacağı alana baktığımızda, çevrede bir takım endüstri yapısı kalıntıları ve tam karşımızda da çok yoğun bir konut örüntüsü görüyoruz. Biz burayı kendi iç potansiyelleri üzerinden nasıl değerlendirebiliriz dedik. Ekip olarak bunu birbirimizle çok fazla konuşmuyorduk ama içten içe burayı sevmeye başladığımızı itiraf etmeye başladık. Çünkü hakikaten eşi bulunmaz, katıksız bir doku bu. En iyi tarafı da mülkiyet sorunları yüzünden bildiğimiz kentsel dönüşüm hikayesine kolayca teslim olmayacak gibi görünmesi.
Yani şöyle anlatacak olursam, bize mimarlık fakültesinin kapısından girerken olmasa da sıralarına oturduğumuzda söyledikleri o büyülü kelime: BAĞLAM. Aslında her projede ele almamız gereken şeyler bütünü. Bunlardan en önemlisi mimarinin çevreyle uyumu ya da uyumsuzluğu tabi. Ama bir şekilde uyumsuzluğun uyumu.
Çevreyle uyum yakalamaya çalışan projenin ana teması da yukarıdaki resimde görüldüğü gibi var olan cepheleri kullanarak soyutlamalarla yeni binalarının cephelerini oluşturup Kağıthane silüetine bir eklentide bulunuyor. Soyutlamalarla dedim çünkü varolan boşlukları öylesine taşımıyor yeni cepheye. Yakından bakıldığında da görüleceği gibi pencerelerin boyutları, şekilleri ,pencere kayıtları birbirinden farklı. Bu da yine bizi kent silüeti konusuna geri getiriyor.
İstanbul’da kent silüetine kopyala yapıştır gökdelenler, binalar eklenirken en azından bir çabada bulunulması, herhangi bir bölgeye ofis yapıyormuş gibi değil de bir şekilde kent dokusuna değinen bir proje yapılması en azından umut verici. Bu projeyi benim açımdan umut verici kılan şeyler galiba bu basitliğin karmaşası. Aslında kentsel ölçekteki analizlerden, bağlamdan mimari proje ölçeğine inmek normal bir davranıştır. Ama çok uygulanmadığı için uygulanan bulunca işte şaşırıyoruz.
Şimdi özelden genele doğru gidiyorum ve kent silüeti nedir sorusunun cevabını arıyorum. Şöyle denebilir sanırım, şehre bakıldığında görünen mimari veya diğer yapıların genel görünümü. Yani başta söylediğime dönecek olursak, özellikle Mimarlar ve Şehir Plancıları olarak şehre yaptığımız her dokunuş, inşa ettiğimiz her bina silüete bir eklenti aslında. Silüete eklenmek veya silüeti bozmak bizim elimizde.
Bu silüeti bozma durumu İstanbul gibi tarihi bir şehirde daha önemli. İstanbul gibi tarihi açıdan zengin bir şehre öyle alelade bir bina yapılması İstanbul’a haksızlık bence. Mimarlık dergisinin 387. Sayısından bir alıntı yapacak olursam konuyla ilgili: ‘“Tarihî siluet” algısına yönelik metinsel dönüşümün kavramsal ögeleri Taut’un ifadelerinden seçilerek şöyle sıralanabilir: “temaşa platosu”, “taçlandırmak”, “muhteşem suret”, “reprezantatif suret”, “mimari bir vahdet”, “doğru mikyas”. Öyle görünür ki; kavram, doğduğu memleketinden edilen Taut’un kişiliğinde, yeni “bir bağlanma hali” olarak beliren kişisel duyarlılığın, kültürel anlamda Avrupa’nın sahiplendiği antik miras ile erken Cumhuriyet döneminde Türkiye modernleşme süreçleri arasında mekânsal ilişkiler kurma çabasının bir parçasıdır. Hiç şüphesiz, günümüze uzandığı süreç içinde ve tarihsel olarak uğradığı dönüşümler boyunca, yukarıda tanımlanmaya çalışılan ilişkilendirmeden bağımsız, başka ilişkisellikler içerecektir.’
Biraz toparlarsak, konu aslında hep aynı. Yaptığınız işe en önemlisi kendinize ve yaşadığınız çevreye saygı duyarsanız ortaya rant için yapılmış binalar yerine herkesin konuşacağı, belki eleştireceği, belki çok seveceği binalar ve şehir silüetleri çıkar.
Emre AROLAT Kimdir ?
1986 yılında girdiği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden 1992 yılında (yüksek lisans) mezun olan Arolat, Washington’da bir büroda çalıştıktan sonra, 14 yıl boyunca mimar olan annesi babasıyla birlikte çalışıyor ve daha sonra EAA-Emre Arolat Architects’i kuruyor. Öğrencilik hayatı ve meslek hayatı boyunca yarışmalara katılıp çeşitli ödüllere layık görülüyor.
Kaynakça:
mimarlikdergisi.com
emrearolat.com